Öykü: İnkâr (Özlem Eke)

İlk, gözlerine baktım. Gözlerinden sevdim seni. Bu yüzden mi acaba, baktığım her yer yemyeşil? Benden başka kimse bunun farkında değil, hayret. Bir de güneş vuruyor arsızca yeşilliklerin üstüne, biliyor musun?

Bir iki adım arkaya geldi adam. Önce mendille gözlüklerini temizledi. Gömlek cebine yerleştirdi. Neyi? Ne önemi var ki!

Yine kaldırdı kafasını. Uzun uzun baktı duvardaki resme. Gördüğü, resim değildi. O da biliyordu bunu. Bakmaya devam etti.

Göz göze geldiğimizde sen beni görmemiştin de, bulutlar doluşmuştu gökyüzüne. Gri beyaz bulutlar… Sen, gözlerinin olanca yeşiliyle geçip gitmiştin yanımdan. Sen giderken, ben yeşillikler elime sarılıyor sandım. Yazık…

Oturacak bir yer aradı. Bulsa, ilk tabureye oturacaktı. Bulamadı. Elindeki mendili öyle sıkmıştı ki, ellerimin izi çıkmış dedi. Cebine gözlüğünü koyduğunu anladı. Kızdı kendine, neden kızdığını bile bilmeden. Aceleyle cebine tıkıştırdı. Neyi? Ne önemi var ki!

Hani, ben sanmalara devam ederken, sen yeşil olan ne varsa rüzgarınla savurup gitmiştin, hatırladın mı? Yapma bunu, unutmuş olamazsın. Unutmuş olsaydın, yaşanmış olurdu bunların hepsi. Oysa yaşandı mı, emin değilim. Çünkü sen yolun karşısına geçip o adama gülümsedin ya hani, o günden beri taş topladım ben, duvar örmek için aklımla kalbim arasına. Çünkü ya aklım kalbimi paramparça edecekti ya da kalbim aklımı.

Gelip geçenler göz ucuyla baktılar. Bir ona, bir resme… Önünden arkasından geçenleri görmedi yine. Kalkardı oturduğu yerden ama, hala oturamadığını hatırladı. Üstelik kırış kırış bir mendil de var elinde. Öyleyse cebine tıkıştırdığı neydi? Neyse… Ne önemi var ki!

Ben, sonra çok geçtim aynı yoldan biliyor musun? Gözlerinin beni soktuğu çukurdan, çok baktım o bulutların ortasındaki koyu gri sensizliğe. Bir tek ben görüyorum oradaki sensizliği. Herkes bakıp bakıp geçiyor. Niye?

Kalkıp hemen gitmek istedi oradan, ama yapamadı. Çünkü hala oturamadığını farketti ve kapatıp gözlerini bakmaya devam etti duvardaki resme.

Kalbimle aklım arasına ördüğüm o duvar dibinden yürüyorum şimdi. Parmaklarım duvarın pürüzlü yüzeyine sorular soruyor, cevapsız kalacağını bile bile. Kaldırıp kafamı bakıyorum, duvarın bitiminden yükselen, korkularımdan oluşan kuleme. Sen bana bakmadığında üşüşen gri bulutlarla kaplı, kulenin tepesi. Oradan el sallayan sen misin? Yok canım, hüsnükuruntu hepsi.

Arkasından gelen sesleri duyunca, açtı gözlerini. Dönüp bakmaya üşenir miydi, gözleri resme kilitlenmemiş olsa. Bilemedi. Elini gömleğinin cebine sokup anahtarı aradı. Eğer bir anahtarı olsaydı bu kilidin, kesin cebine koymuş olurdu. Yine de sağ elinin iki parmağını daldırıp, iyice baktı. Sadece gözlükleri vardı. Bir de… ne mi? Ne önemi var ki?

Cebinden çıkarıp taktı gözlüklerini.

Bari yağmur yağsaydı, bunca gri bulut kaplamışken gökyüzünü. Önce benim mi başlamam lazım illa ağlamaya. Halden anlasın işte, o başlasın ben gelirim arkasından. Senin arkandan ağlamayı bile beceremiyoruz, baksana. Keşke arkanda bırakmasaydın bizi. Bu ağlamaklı gökyüzünü, bu yemyeşil çayırları, bu taşlardan ördüğüm duvarı. En kötüsü de sen bunların hiçbirini görmedin, görmeyeceksin.

Gözlüklerini taktıktan sonra farketti, bakmakta olduğu resimle arasına gireni. Sadece kımıldayan, sessiz dudakları. Evet! Biri vardı karşısında ve konuşuyordu. Adam “Kapatıyoruz beyefendi.” derken, elini gömleğinin cebine attı. Tek hamlede buldu, katlanmış eski bir gazete sayfasını. “Rıza Beyciğim, kapatıyoruz.” diyecekken, eliyle kesti adamın sözünü. İyice yıpranmış sayfayı uzattı.

Adam çaresizce aldı. Açtı, yırtmaktan korkarak. Belki yüzüncü kez okumaya başladı.

“Genç Ressamın Hayali, Sonu Oldu”

“Uzun zamandır İspanyanın Toledo şehrini çizmeyi hayal eden genç ressam, eşiyle birlikte balayı için gittiği şehirde, henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı, 59 yaşındaki G.M. tarafından öldürüldü. G.M. genç kadını öldürdükten sonra, Toledo Katedrali’nden atlayarak hayatına son verdi. Herkesi derin bir üzüntüye boğan olayın üzerindeki sır perdesi hala kaldırılamadı. Talihsiz ressamın eşinin, olay sonrasında, karısının öldürüldüğü gün bitirdiği tabloya sarılarak ‘Badem kokularının peşinden şehri gezecektik, keşke ben gözlerine baktığımda görseydi beni.’ dediği öğrenildi.”

Don Kişot Galerisi’nin emektar görevlisi gazeteyi özenle katladı, usulca geri verdi. On yıldır her akşam yaptığı gibi, Rıza Bey’in koluna girdi.

Rıza Bey eşi öldürüldükten sonra, bir daha eskisi gibi olamamıştı. Eşinin “Toledo” ismini verdiği son resminin sergilendiği galerinin kapısına gelirdi, her sabah erkenden. Açılmasını beklerdi, sessizce. Sonra tablonun karşısına geçer ve kapanışa kadar dururdu orada. Neredeyse kımıldamadan.

“Haydi!” dedi güvenlik görevlisi. “Çıkalım artık. Yarın gelirsin yine. Eve git biraz dinlen.”

Birlikte çıktılar galeriden. Yağmur çiseliyordu ve Rıza Bey ağlıyordu, her yağmurda olduğu gibi.

Özlem Eke (22.07.2020)

Önerilen makaleler

3 Yorum

  1. Kalemine, yüreğine sağlık Özlem Eke. İlk adımını attığın bu yola koşarak devam etmeni diliyorum.

  2. Çok teşekkür ederim.

  3. Keyifle okudum… Tebrik ederim

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

%d blogcu bunu beğendi: